Yörenin en iyi korunmuş, denizden tepelere kadar uzanan Trabzon Kalesi’ni gezmeden,
Şehrin 7 km güneybatısında Soğuksu mevkiinde 19. Yüzyıl sivil mimari örneği ile yapılmış ve Trabzon Halkının Atatürk’e bir hediyesi olan Atatürk Müzesi’ni ziyaret etmeden,
Fatih veya İrana Kulesi olarak bilinen ve Cephanelik olarak kullanılan mekanı görmeden,
Festival tarihlerinde Trabzon’da iseniz festivallere katılmadan ve yayla şenliklerini görmeden,
Kışın Trabzon’a geldiyseniz, Sümela Manastırı’nı kar altında görmeden,
Sumela Manastırı gezisi sonrası yol güzergahında bulunan lokantalarda, karalahana dolması, kaygana, Hamsiköy’de Hamsiköy Sütlacı, Akçaabat Köftesini, Sürmene Pidesini ve yöresel yemeklerini yemeden,
Uzungöl’ü gezmeden,
Tereyağında alabalık ve tüm Karadeniz’e özgü yemekleri tatmadan,
Sera gölünü gezip görmeden,
Ayasofya Müzesi, Selçuklu, Bizans ve Gürcü mimarilerinin ortak özelliklerini bir arada barındıran 13. Yüzyıldan günümüze kadar değişikliğe uğramadan ulaşan Ayasofya Müzesini gezip görmeden,
Trabzon Müzesi’ni görmeden,
Semaverde çayınız demlenirken, Trabzon’un genel görünüşünü, Karadeniz’i ve gün batımını seyretmek için Boztepe’ye çıkmadan,
Ganita kıyısında, dalga seslerini dinlemeden ve gün batımını seyretmeden,
Türkiye’nin en uzun mağaralarından biri olan Çal Mağarası’nı görmeden,
Ortahisar mahallesini ve Trabzon evlerini görmeden,
Akçaabat Ortamahalle’yi ve yayla evlerini görmeden,
Yavuz Sultan Selim’in annesinin yattığı Gülbahar Hatun türbesini görmeden,